Başlarken...

Blogdaki tüm yazılar ve fikirler bana aittir. Yazılanların bir kısmı gerçek, bir kısmı da gerçek olmasını istediğim şeyler olabilir ancak tümü orijinaldir ve daha önce başka yerde yayımlanmamıştır.

Neden İskele-Sancak derseniz, malum o da denizcinin solu-sağı.

29 Kasım 2008 Cumartesi

Pirinç ağlar mı?

Ispanaktan sonra ikinci şok açıklama yumurta için geldi ve yıllardır aman kolestrolü yükseltir uzak duralım dediğimiz yumurta ünlü bir kalp cerrahı profesörümüz tarafından aklandı, hem de hastalarından özür dileyerek. Meğerse yumurta bildiğimiz ya da söylendiği kadar kötü kolestrolü yükseltmediği gibi yükseği makbul olan iyi kolestrolü de bir miktar yükseltiyormuş. Bingür hocamız yetişkinlerin haftada 3-4 yumurta yemelerini öneriyor şimdi.

Bütün çocukluğu içinde bol miktarda demir olduğu için zorla ıspanak yedirilmeye çalışılarak geçmiş biri olarak, yıllar sonra ıspanakta meğerse hiç demir olmadığını öğrenince hem şaşırmış hem de kızmıştım...Öyle ya, kim verecekti yıllarca sevmeden yediğim ıspanağın hesabını?

Şimdi benzer bir şey yumurta için gerçekleşti. Haberi okuduğumda kahvaltımı yaptığım için geç kalmıştım ama öğlen yemeğinde haşlanmış brokoli yerine ani bir değişiklikle, eşimin dünden kalan kavrulmuş kıyma içine kırdığı yumurtayı afiyetle yedim.

Hocalarımızdan benzer açıklamaları sucuk, salam, karides, kokoreç ve bunun gibi yiyecekler için de bekliyoruz. Zaten kırmızı et ha aklandı, ha aklanacak. Yağlar konusunda da kafalar karışık; doymuşu, doymamışı, margarini, nebatisi, tereyağı, sıvısı, katısı, zeytin yağı, fındık yağı falan derken hangisinden yiyeceğimizi hepten şaşırdık. Ben çözüm olarak kendime göre bir yol buldum. Şöyle ki azar azar hepsinden yiyorum, vücudum içinden ihtiyacı olanını, istediği kadar seçip alıyor. Ya da ben öyle olduğunu sanıyorum...

Şunu da eklemek istiyorum ki bu yazıyı kolestrolümü düşürmek amacıyla parkta yaptığım yürüyüş sırasında tasarladım. Umarım bir gün; aslında yürüyüş de zararlı, kalbi boşuna yormak suretiyle kalan ömrünüzü kısaltıyorsunuz gibi bir şey demezler.

Son olarak –aslında konuyla çok fazla ilgili olmasa da- Bingür hocamdan bir isteğim var. Çocukluğumda annem tabağımda kalan pirinçleri “aman oğlum hepsini bitir yoksa arkandan ağlarlar” diyerek yedirirdi. Genelde hepsini bitirmek zorunda kalsam da arada yiyemediklerim de oldu, ama bunun vicdan azabını yıllarca gizliden gizliye “ya gerçekten ağladılarsa” diye çektim.

Lütfen söyle hocam, “pirinçler ağlamaz” de. De ki, ben ve benim gibi insanları bu azaptan kurtar.

27 Kasım 2008 Perşembe

gülümseten haberler

Geçenlerde Hakkari Yüksekova'da caddelere ilk kez trafik lambaları yerleştirilerek kullanılmaya başlanmış.

Medyaya yansıyan ilk gün görüntüleri trafiğin kilitlendiği şeklindeydi. Nedeni; insanların bir kısmı ehliyet sahibi olsalar da, yaşadıkları yerde daha önce olmadığı için trafik ışıklarındaki sarı-kırmızı-yeşil renklerin ne anlama geldiğini tam olarak bilmiyor.

İlk duyulduğunda insanı gülümsetse de haberin asıl trajikomik bir tarafı var. Şu küçücük haberi; Doğu'nun geri kalmışlığı ya da bıraktırılmışlığına, insanların eğitimsizliğine, hatta daha da giderek terör sorununa dahi ilişkilendirebilirsiniz.

Bazılarınız, "Canım kışın bilmem kaç ayında kar yüzünden yolların kapandığı, insanların hastahaneye, okula dahi gidemediği kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde trafik lambalarının ne işi var?" diyebilirsiniz. Ama öyle değil... Ülkenin tamamında insanların, sürekli açık yollara, kesintisiz sağlık ve eğitim hizmetlerine, elektiriğe, temiz suya, hatta trafik lambalarına sahip olmaya hemen herkes kadar hakkı var.

Bölgelerimiz arasındaki eşitsizliği gideremediğimiz, en azından makul seviyelere çekemediğiz sürece -İmralı' da beş yıldızlı cezaevi de inşa etseniz- önemli sorunlarımızın çözümsüzlüğü devam edecektir.

Ha, büyük kentlerimizde kırmızı ışıkta geçenlere ne diyeceksin derseniz; belki biraz önce yazdıklarımla çelişecek ama, demek ki öyle kolay edinilemeyen daha başka şeylere de ihtiyacımız var. Kültür gibi, medeniyet gibi, saygı gibi...

Ne bileyim canım, her konunun çözümünü de benden beklemeyin. Gülümseten bir haberden iş nerelere geldi.

Keşke ben de çoğunluk gibi gülüp geçebilseydim böyle haberlere...

bıktım 4

Yol dolu olduğu halde tampon tampona takip edenlerden...
Kardeşim az geri dur, eğer zıplayan araba yapmadılarsa atlayıp geçemezsin!

Ani bir frende sana da yazık olur, bana da...

26 Kasım 2008 Çarşamba

ne olacak bu fenerin hali 4

Artık ben yazmaktan usandım ama bu soruyu daha çok soracağız gibi gözüküyor. Bir yerlerde yanlışlık var ama nerede?

Geçtiğimiz sene başarılı olmuş bir takıma yapılan hatalı transferlerle gelenler ve gidenler sonucunda bulunduğumuz noktaya bakın. Amaçsızca ve panik halinde sahada dolaşan, en yakınındaki arkadaşına bile pas vermekte zorlanan, fizik kondisyonu düşük, öz güveni eksilerde bir takım.

Volkan'ı anlamak mümkün değil. Bazı pozisyonlarda donup kalıyor, gençlerin dediği gibi söylersek "kal geliyor". Konsantrasyon yok.
Emre, Josiko hazır değil, anlamsızca koşuşturuyorlar. Alex ya sakat, ya bezgin, ya da kırgın, kornerleri bile karşı taraftan taca atıyor. Ya melül melül bakan Guiza? Zaten bilinçli gol atamıyordu, artık top kalenin önünde kazaen bile ayağına çarpıp içeri girmiyor. Üzgün bakışlı bir adamdı, son zamanlarda iyice kederli bakmaya başladı. Oturt karşına bir büyük bitirirsin yüz ifadesine bakıp dertlenerek.

Aragones'e ne demeli bilmiyorum. Galatasaray galibiyetinden sonra suratına yerleştirdiği o anlamsız gülücükle dolaşıyor hala. Birileri herhalde; Galatasaray'ı yen gerisini merak etme sen, bu seyirci her şeyi unutur dediler. Geçen seneki o ruh Ziko'yla birlikte gitmiş sanki. Aragones'in takıma kattığı ruh ise bu kadar işte, çıktı çıkacak...

Önümüzde önemli Beşiktaş ve Dinamo Kiev maçları var. Zor da olsa bu maçları kazanabiliriz ama bu mevcut sorunları çözmez, sadece çözümü geciktirir.

İlk yazılarımda "hep destek, tam destek" demiştim ama nereye kadar yahu? Benim sportmenliğim de buraya kadarmış, yapılması gerekenler yapılsın artık.

Kim bilir belki de Yıldırım devrinin kapanması gerekiyor...

24 Kasım 2008 Pazartesi

Borsa uçtu, dolar çakıldı !!

Bu ve ilerleyen günlerde yukarıdaki başlığa benzer bir çok yazı ve yorumla karşılaşabilirsiniz. Başlık tam tersine, "Dolar uçtu, borsa çakıldı" biçiminde de olabilir.

Siz siz olun bu tür haberlerin gazıyla hareket edip asıl çakılan olmayın. Uçma-çakılma periyotları arasında birileri uçandan-çakılana geçerek hep kazanan oluyor.

Global ekonomik kriz nedeni ile ana trend, borsa aşağı dolar yukarı gözüküyor. Tabii ki hiçbir hareket sürekli aşağı ya da sürekli yukarı olmaz. Bir takım büyük oyuncular ana trenddeki iniş çıkışları daha keskinleştirerek ve maalesef bazı küçük yatırımcıları da gaza getirerek büyük paralar kazanıyor.

Eğer bir miktar ihtiyaç fazlası paranız varsa tavsiyem; ya bu dönemde faiz veya hazine bonosunda değerlendirerek oyundan uzak kalmanız, ya da biraz cesaretiniz varsa nakitte bulunarak, dolar çakıldığında almanız, dolar uçtuğunda satmanız. Usd/Ytl paritesi daha bir süre 1.50-1.75 arasında salınıma devam edecek gibi gözüküyor. Borsa ise endeks 20.000 seviyesinin altına gelene dek uzak durulmalı, daha sonra kademeli alım yapılabilir.

Küçük yatırımcılar için deneyim ve gözlemlerime dayanan naçizane tavsiyelerim bunlar. Uyup uymamak size bağlı.

Yoksa bir borsa uçar, bir dolar; siz de vah vah deyip bakakalırsınız ardından...

21 Kasım 2008 Cuma

en acaip 4

Bugün gazetelerde Helin Avşar'la ilgili bir haber dikkatimi çekti.. Habere göre Helin hanım mutluluk ve enerji için Kuantum Fiziği dersleri almaya başlamış.

Açıkçası bu dersi kim, nerede veriyor çok merak ettim. Haberin devamı da şöyle: "sabahları aynanın karşısına geçiyorum, üçer kere alıcam alıcam, vericem vericem diyorum". Nasıl bir kuantum fiziği kavramıysa bu!

Kuantum fiziğine giriş ders 1. Sabahları üçer defa ne yapıcaz? Alıcaz alıcaz, vericez vericez. Hadi bakalım hep birlikte...

Töbe töbe...

15 Kasım 2008 Cumartesi

bir nasihat

Diklenmeden dik durun

14 Kasım 2008 Cuma

Atatürk'ü sıradanlaştırmak: "Mustafa"

Son günlerde fırtınalar koparan filmi henüz seyretmedim, ancak seyreden-seyretmeyen kişilerce hakkında o kadar çok şey yazıldı ki, düşündüklerimi ifade etmek ya da en azından ifade etmeye çalışmak şart oldu.

Film üzerinde en çok tartışılan konu sanıyorum filmin adı ile ilgili. Neden Atatürk veya Mustafa Kemal değil, sadece Mustafa? Bir programda şahit olduğum kadarı ile Can Dündar Küba halkının Fidel Castro'ya "Fidel, Fidel" şeklinde yapmış olduğu tezahürattan etkilenmiş ve bunu çok samimi bulduğu için tercihini bu şekilde kullanmış. Saygı duymak lazım, ancak doğru mu derseniz bence değil. Bu gibi konularda samimiyetle laubalilik arasındaki nuansa çok dikkat etmek gerekir. Bir bakarsınız Sayın Can Dündar, Can Bey, Can derken birdenbire Bizim Can, Ulan Can'a falan dönüverir iş...

Atatürk gibi yaptıkları ile toplumları fazlasıyla etkilemiş tarihi kişilikleri filmleştirirken, onların insani özelliklerini daha fazla ön plana çıkarmaya gayret etmek, iyi niyetle bile yapılmış olsa, niyet edildiği gibi o insanları daha saygı duyulur, sevilir hale getirmekten ziyade sıradanlaştırır. Putlaştırmaya karşı olalım, ama putlaştırmayalım derken böyle sıra dışı kişilikleri sıradanlaştırmaya yol açabilecek söylemlerden de kaçınmamız gerek.

Filmde bahsi geçen; Atatürk'ün zaafları, içkiyi sevmesi, kadınlarla olan ilişkileri, herkes gibi bir takım korkuları olması ve yalnızlığı gibi insani konular bilinmedik şeyler değil. En azından biraz okuyan insanlar bunlardan haberdar. Ayrıca tabii ki her şey tartışılabilir, ancak doğru zamanda ve uygun platformda. Bizim gibi okuma alışkanlığı olmayan toplumlarda, daha farklı düzeylerde tartışılması gerekli konular bir belgesel filmle, sınırlı sürede, birtakım kalıplar halinde insanlara sunulursa sonuçta konu şimdi olduğu gibi hiç tahmin edemeyeceğiniz, belki istemediğiniz yerlere doğru gidebilir.

Toplumca öyle duygular içindeyiz ki, nasıl anlatsam; hani sağ tarafınızdan bir darbe alır sarsılırsınız, düşmemek ve diğer bir darbeye hazırlıklı olmak için ağırlığınızı o tarafa doğru verirsiniz ancak ikinci darbe hiç de beklemediğiniz sol taraftan gelir, ters ayak üzerinde yakalanır, sendeler hatta düşebilirsiniz. Öyle sanıyorum bu film de beklemediğimiz bir anda, hazırlıklı olmadığımız taraftan geldi. Sonrasında toplumun aydın, laik, Atatürkçü kesimleri kendi aralarında ikiye, üçe bölündüler tartışıyorlar. Bu arada birileri ellerini ovuşturarak bundan sonraki, belki de bitirici darbeye hazırlık yapıyor.

Sevgili Can Dündar, keşke bu filmi yapmadan önce daha etraflıca düşünüp, daha fazla insandan görüş alsaydın. İnsan sevmediklerinden, düşmanlarından geleceklere karşı hazırlıklı olabiliyor ama sevdiklerinin, dostlarının bir fiskesi bile yeterli olabiliyor düşmek için.

Hepimizi ters ayakta yakaladın...

10 Kasım 2008 Pazartesi

en acaip 3

Bu köşeyi biraz ihmal ettim sanırım son günlerde. Madem öyle, kendimi affettirmek için işte bir değil iki en acaip olay size:

- Değerli bir yazarımız geçenlerde (hatta kendisinin bir de sanal ikizi olduğu bilinir aynı gazetede yazan, ama bu sözü hangisi söyledi tam emin değilim) başbakanın Kürt politikasına karşı yaptığı, "Obama gibi başlayıp Bush gibi devam etti" eleştirisine aynı incelikte bir yanıt aldı, "sevsinler seni". Ne diyelim; birine "günaydın", diğerine de "gitmeden önce Bush'un durumuna düşmezsin inşallah"...

- Bilmeyenleriniz varsa diye yazıyorum, değerli sanatçımız Nihat Doğan, AKP'de siyasete atılacağını açıklamış. Kendisine, AKP'ye, vatana, millete, dünyaya hatta tüm kainata hayırlı olsun diye haykırmak geçiyor içimden...

Güzel yurdumun güzel insanları...

ne olacak bu fenerin hali 3

Neyse ki Galatasaray var da arada güzel şeyler de yazmak geliyor içimden bu köşede...

Aslında son derbi ile ilgili fazla bir endişe yoktu içimde ama, Galatasaray'ın Portekiz'de aldığı son galibiyet ve oynadığı futbol "acaba" diye düşündürmedi desem yalan olur.

Neyse, Galatasaray'lı dostlara bir kez daha geçmiş olsun diyorum...

Umarım bu maç benim bu başlık altında yazdığım yazıların bitmesine neden olur, bundan sonra Fenerbahçe yazılarına başka bir başlık altında devam ederim.

Bu maçta Deivid ve Vederson'un dönüşünün takım için ne kadar önemli olduğu ortaya çıktı. Emre ve Josiko'da takıma daha fazla katkı yapmaya başlarlarsa, geçen seneki fenere benzer bir takım ortaya çıkacak gibi gözüküyor. Umarım çok geç olmamıştır bu sezon için...

Tuncay ve Aurelio'nun bu hafta liglerinde attığı 2'şer gol sanki yönetimde birilerine mesaj gibi oldu, ne diyelim içimiz sızladı doğrusu.

Son sözüm Guiza' ya; artık gol atmaya başlamanı bekliyoruz sabırla (biri lütfen tercüme etsin kendisine).

2 Kasım 2008 Pazar

Sorunlarımız çözümsüz mü?

Uzun zamandır kafamı kurcalayan, yazmayı düşündüğüm bir konu var. Bir türlü tam olarak tasarlayamadım ve sonunda becerebildiğim kadarı ile yazmaya karar verdim. Konu şu; ülke ve toplum olarak bir türlü içinden çıkamadığımız artık kronikleşmiş sorunlarımız var. Nedense bunların üstesinden gelemiyoruz. Nerede yanlış yapıyoruz, neden gün be gün artan bir şekilde etnik, dini kamplara bölünüyoruz? Kürt sorununun çözümü yok mudur? Baş örtüsü ya da türban sorunu hiç bitmeyecek midir? Kıbrıs sorunu çözülemez mi? Dinci-Laik, Kürt-Türk, kamplaşmaları -artık çatışmaya dönüşüyor- nereye kadar sürecek?...

Sorunlara her kesim kendi penceresinden baktığı sürece çözüm de ne yazık ki mümkün olmuyor. Her konuda yeni şeyler söylemek gerekiyor ama bölünmüşlük o kadar belirgin ve katı bir hale gelmiş ki aklıselim insanlar dahi yeni şeyleri söylemekten korkuyor, cesaret edip söyleyebilenlerse sistem içerisinde bir şekilde etkisiz hale getiriliyor. Toplum olarak bir yerlere doğru çılgınca, son sürat gidiyoruz. Tahammülsüzlük had safhada, herkes kendi söylediğini, inandığını doğru kabul ediyor, farklı fikirleri dinlemiyor bile. Hep birlikte konuşuyoruz, birbirimizin ne dediğini anlamadan...Çok sesliliği hep birlikte konuşmak sanıyoruz, sanki kim daha yüksek sesle konuşursa o haklı çıkacakmış gibi davranıyoruz. Siyasetçilerimiz de ne yazık ki bu duruma çanak tutuyorlar, hatta tahrik ediyorlar.

Bir yerlerden başlamalıyız bu durumu düzeltmek için ama nereden? Sanırım en başta siyasete bir çekidüzen vermek, siyasetteki tıkanıklığı aşmamız gerekiyor. Seçim sisteminin değiştirilmesi ile başlayabiliriz örneğin. Seçim barajları kaldırılabilir veya yüzde 2-3 gibi minumum seviyeye indirilerek mecliste her kesimin ve düşüncenin temsil edilmesine imkan sağlanabilir. Sermaye gruplarının isteği ile ekonomik istikrarı sağlamak adına tek parti iktidarına yol açan seçim sistemi sonucunda geldiğimiz nokta ortada. Siyaseten bölünmüş kamplara ayrılmış; ekonomik olaraksa yabancı sermayenin ülke kaynaklarının tüketilmesi pahasına getirilerek kimi kesimlere yaşatılan yalancı bahar ve sonucunda cari açığı yönetilemez durumda yakacak ve yiyecek yardımına muhtaç bir Türkiye...

Toplumsal barışın tekrar tesis edilebilmesi için gereken, çok sesli bir meclis ve yeni bir koalisyonlar dönemi diye düşünüyorum. Tabii ki söylemek istediğim geçmişteki Milliyetçi Cephe tarzı koalisyonlar değil, farklı kesim ve görüşlerin bir araya gelebildiği 2'li, 3'lü hatta 4'lü koalisyonlar. Nasıl ki geçmişte idam cezasını MHP'nin içinde olduğu bir hükümet kaldırmışsa, türban sorununu da ancak CHP'nin içinde olduğu, hatta daha ileri gidersek Kürt sorununu DTP'nin içinde bulunduğu bir hükümet çözebilir.

Yeni bir Anayasa gerekliği konusunda herkes hemfikir. Ancak açıkça görülüyor ki tek parti iktidarı ile iktidarda hangi parti olursa olsun, hatta yüzde 50 oy bile almış olsa, yeni bir Anayasa yapmak mümkün değil.

Yukarıdakilere önerilere Partiler Yasasının düzenlenerek parti içi demokrasinin sağlanmasını ve partilerdeki lider sultasına son verilmesini de ekleyebiliriz.

Sonuç olarak: Siyasetin tıkandığı, toplumun dini-etnik kamplara bölündüğü bu kaostan çıkmak için Siyasi Partiler Yasası, parti içi demokrasiyi sağlayacak ve lider sultasına son verecek şekilde yeniden düzenlenmeli; seçim sistemi, ülke barajı kaldırılarak veya en aza indirilerek mecliste tüm görüşlerin temsil edilebileceği şekilde değiştirilmeli; dokunulmazlıklar, kürsü dokunulmazlığı haricinde kaldırılarak yasalardan kaçmak için milletvekili olmanın önüne geçilmeli, bunların neticesinde geniş tabanlı koalisyonlar dönemi ile toplumsal barış sağlanarak yeni bir Anayasa ile birlikte kronikleşmiş sorunların çözümü yolunda adım atılmalıdır.

Görüldü ki toplumsal barış sağlanmadan ekonomik istikrarı sağlamak bir süre için mümkün olsa bile orta ve uzun vadede sonuçları kestirilemeyen çok daha büyük sorunlara neden oluyor.

Yeni bir şeyler söylemek gerekiyor. Aksi takdirde daha çok IMF destekli, askeri veya tek parti iktidarları ile yönetiliriz, sorunlarımız çözümsüz kalmaya devam ederek.

bıktım 3

Trafikte sinyal vermeden sağa sola dönenlerden...
Niye vermiyorsun kardeşim, sinyal kolu eline mi yapışır?