Başlarken...

Blogdaki tüm yazılar ve fikirler bana aittir. Yazılanların bir kısmı gerçek, bir kısmı da gerçek olmasını istediğim şeyler olabilir ancak tümü orijinaldir ve daha önce başka yerde yayımlanmamıştır.

Neden İskele-Sancak derseniz, malum o da denizcinin solu-sağı.

28 Eylül 2008 Pazar

datça yazıları 2

Datça ve Kayahan

Konu ile ilgili ilk yazımı okuyanlar Datça'da yaşadığım izlenimini edinmiş olabilirler, bu nedenle 2.yazımı bu konuya ayırmak istedim.

Datça ile ilgim sevdiğim bir arkadaşımın mesleği bırakıp, civarın en otantik kuyumcusunu açarak oraya yerleşmesi ile başladı. O zamanlar denizde çalışıyordum. Tatilimin yaza geldiği bir sene, arkadaşımdan telefonda dinlediklerimin de etkisi ile ailemle birlikte Datça'ya gitmeye karar verdik. Arabamıza atladığımız gibi sabah erkenden yollara düştük. Yolculuk uzun olduğundan o akşam Muğla Yatağan'da bir arkadaşımızda konaklayıp -o da ayrı bir yazı konusu olabilir- ertesi sabah Datça'ya hareket ettik.

Marmaris-Datça arası yolun durumu hakkında daha önceden uyarılmamıza rağmen o 2 saatlik yolculuk hiç bitmeyecekmiş gibi gelmişti. Şimdi aynı yol neredeyse 30 dakikada gidilebiliyor.
Hele bir bölüm vardı ki, bazı virajlarda büyük otobüslerin sağ arka tekerleklerinin uçurum tarafında boşta kalacak şekilde dönebildiği söylenirdi... Kızım arka koltukta boylu boyunca yatmış uyuyor - o zaman 9, 10 yaşlarında- eşim kendini manzaraya kaptırmış, bir sağ tarafımızda uçurumun ardından görülen Ege'ye, bir diğer tarafta karşımıza çıkan Akdeniz'e bakarak, bense direksiyona iki elimle sıkı sıkıya yapışmış her virajda daha gerilerek ve direksiyonu daha sıkı tutarak -yükseklik korkum da var- ve bir an önce virajların bitmesini umarak önce yukarı yükselmiş sonra da aşağıya doğru inişe geçmiştik. Arkadaşlarımın Datça'da bulacaksın dedikleri huzuru, o uçurumlarda kısa yoldan bulacağımı düşünmüştüm... Biz böyle döne döne aşağı doğru inerken, sağı solu seyretmekte olan eşim sonunda fenalaşıp o bir arabanın zor geçtiği uçurumda arabayı hemen durdurmamı, inmek istediğini söylemişti. Arada bir çok söylendiğinde acaba o gün orada durup indirse miydim diye düşünürüm.. Şaka tabi ki, sonra birden bir düzlük ve yeşillikler içinde uygun bir yer görüp durmuştuk neyse ki.

İşte Datça'ya ilk gidişimden yol kısmıyla ilgili aklımda kalanlar böyle. Yazının sonuna geldik, peki ama Kayahan'la bunların ne ilgisi var diyeceksiniz.. Eminim bazıları Gömeç ve Kayahan diyecekti karıştırdı, daha entelleri de sanırım Datça ve Can Yücel demek istemişti diye düşünmüşlerdir. İşin doğrusu şu, o senelerde Kayahan'ın, o içinde Canımın Yaprakları şarkısının da olduğu müthiş kasedi çıkmıştı ve biz yolculuğumuz boyunca tekrar tekrar dinlemiştik.

Ne zaman keskin bir viraja girsem aklıma hala Datça ve Kayahan gelir...

27 Eylül 2008 Cumartesi

gitmediklerim görmediklerim

Bugün sizlere gitmediklerim görmediklerim köşesinde yurdumuzun cennet köşelerinden, gitmediğim-görmediğim bir yeri anlatmak niyetindeydim ama farkettim ki gitmediğim-görmediğim bir yeri doğal olarak anlatamıyorum da..

Yani, gitmediğim-görmediğim ve dolayısıyla anlatamadığım yeri anlatsam bile, oraya gitmediğim ve görmediğim için anlattıklarımın doğru olduğundan bir türlü emin olamayacaktım.
Saçma yani...

Bir sonraki gitmediklerim-görmediklerim köşesinde bu kez dünyanın cennet köşelerinden gitmediğim-görmediğim birini anlatamayacağım yazıda buluşmak üzere hoşçakalın.

Deli mi ne?

nafile diyaloglar

-seni seviyorum
-ben de

bıktım 2

Trafik normal akışında ilerlerken diğer şeritlerde bulduğu her boşluğa girmeye çalışanlardan...

İlerisi tıkalı kendi yolunda gitsene kardeşim..

yalancı yalancı 2

Hakkımdaki iddialarla ilgili bir belge ortaya çıksın istifa etmeyen namerttir.
Anonim

ne olacak bu fenerin hali 2

Öncelikle geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz Gazeteci Kazım Kanat'a Allah'tan rahmet dileyerek başlamak istiyorum. Geride kalanlara sabır, sevenlerine baş sağlığı dilerim. O sadece Beşiktaş'lıların değil tüm spor camiasının ve sporseverlerin sevdiği, takdir ettiği bir isimdi.

Son haftalarda alınan neticelerle haftasonları spor programı seyretmek ve gazetelerin spor sayfalarını okumak biz Fenerbahçe'lilere zehir oldu.

Aslında herşey Zico'nun gönderilmesi ile başladı ve ardından yapılan yanlış transferlerle devam etti. Tabi ki hep böyle devam etmeyecek ama takım düzelip iyi oynamaya başladığında korkarım artık bazı şeyler için geç olacak.

Takımına sürekli destek vermeyi savunan bir sporsever olarak şu aşamada daha fazla konuşmak istemiyorum, malum önümüzde çok önemli bir Dinamo Kiev maçı var.

Ne yazık ki olan olmuş. Artık geriye dönüp o öyle olsaydı, yok böyle olsaydı diye hayıflanıp dövünmenin bir faydası yok. Sabrederek bu kötü günlerin biran önce atlatılması için desteğimizi sürdüreceğiz.

Dereyi geçerken at değiştirirseniz olacağı budur..

Sabır sabır ya sabır....

24 Eylül 2008 Çarşamba

denizci terminolojisi

Alabanda basmak veya alabanda atmak: Üstlerin astlara fırça atması anlamındadır. Özellikle Kaptanlar tarafından sıklıkla başvurulan bir nasihat yöntemidir.

Örnek bir diyalog;

Kaptan: Evladım o gemi ne yapıyor?
Zabit: Geliyor galiba süvari bey.
Kaptan (alabanda atar): Emin değilsin galiba ha? GELİYOR MU GİDİYOR MU EVLADIM?
Zabit: Ehem yani ...

datça yazıları

Datça'da Zaman..

İlk gençlik yıllarımdan itibaren epey bir kitap okumuşluğum var. Aslında bu alışkanlık daha erken yıllarda alfabenin sökülmesiyle birlikte Tommiks, Teksas, Red Kit vb. okuyarak başladı. Son yıllarda ne yazık ki eskisi kadar okuyamıyorum, başladığım bir kitaba devam ederken önceki bölümleri tam anlamıyla hatırlayamadığımı biraz da dehşetle farkediyorum. Bu nedenle sıklığını biraz azaltmakla birlikte bana hala birşeyler kattığına inanarak okumaya devam ediyorum. O an anımsayamasamda, beynimin kıvrımları arasında zorda kaldığımda ortaya çıkmak üzere bana faydalı olabilecek bir şeylerin kalacağını biliyorum.

Gemide çalıştığım yıllarda, okumayı seven biri olarak elime ne geçerse okudum. Gidilen uzak seferlerde ve uzun seyirlerde, hele ki Kaptan yani Süvari Bey olduktan sonra okumaya çok vaktim oldu. Denizde zaman o kadar yavaş ilerliyordu ki bulabildiğiniz gazetenin ne kadar eski olduğunun bile pek bir önemi yoktu. Yani internetin, cep telefonunun hiç olmadığı günlerden bahsediyorum. Okuduğum gazetelerin tarihi gibi kitapların da türünün veya konusunun pek fazla önemi yoktu.

Gemide 2. Kaptan olarak çalıştığım yıllarda sürekli okuyan bir kaptanımız vardı. Her yemek saatinde bir yandan yemek yerken, bir yandan da masada bulunanlara okudukları ile ilgili şeyler anlatırdı. Bizler de bazen sıkılarak bazen ilgiyle, konusuna göre, onu dinler bu kadar çok şeyi nasıl bilebildiğini düşünürdük. Yıllar sonra bunun formülünün okuduklarını hemen başkalarına aktarmak olduğunu anlamiştim.

Bu uzun girişin amacı size son zamanlarda okuduğum bir kitaptan bahsetmek; Adı Oblomov, yazarı Gonçarov.. Şimdi burada uzun uzun kitabı anlatacak değilim ama okumanızı öneririm. Belki sadece iki cümle alıntı; "Onun için hayat ikiye ayrılmıştı. Birisi işi ve sıkıntıyı -ki bu iki kelime onun için aynı anlamdaydı- öteki de dinlenmeyi ve sakinliği içeriyordu".

Herhalde konuyu Datça'ya nasıl bağlıyacağımı merak ediyorsunuzdur; ama eminim ki Datça'yı bilenler, zaman orada yavaşça akıp giderken geçirdikleri sakin ve huzurlu günleri özlemle anımsıyorlardır.

Ya bilmeyenler? Onlar da kitabı alıp Datça'ya gidebilirler, bu mevsimde Datça hala çok güzel...

22 Eylül 2008 Pazartesi

ne olacak bu fenerin hali

Nedense bazı futbolcuların Fenerbahçe seyircisi ile yıldızları bir türlü barışmıyor. Benim geçmişte hemen aklıma gelen isimler Kemalettin ve İlker.

Ne yapsalar bir türlü seyirciye yaranamazlardı. Hatırlıyorum, arkadaşlarla gittiğimiz bir maçta iyi de oynamasına rağmen İlker aleyhine tezahurata başlamış ve bir müddet sonra bütün stadın kontrolumuz dışında bu tezahurata katıldığını şaşırarak görmüştük. Kimse de, ya kardeşim ne bağırıp duruyorsunuz adam ne güzel oynuyor dememişti. Gençlik işte..

Günümüzün günah keçisi sanıyorum Uğur Boral. İzlediğim kadarı ile bu sezon oynanan bütün resmi maçlardaki gollerde onun bir şekilde katkısı var. Ama seyirci tarafından ilk ıslıklanan da, teknik direktör tarafından ilk oyundan alınan da o..

Son maçta sanıyorum seyirci biraz destekler gibi oldu.

Beyler ve hanımlar lütfen hep destek tam destek...

bıktım

Işık sarıya döner dönmez arkamda korna çalanlardan...

Çalmayın kardeşim önümdeki yürüyünce ben de gidecem işte, uçamam ya.

yalancı yalancı

Türkiye Cumhuriyeti ekonomik olarak tarihinin en iyi durumundadır...

en acaip

Bu günlerde bana en acaip gelen olay Nurseli İdiz ve Seyhan Soylu'nun Ergenekon davası kapsamında göz altına alınarak sorgulanmaları oldu.

Ben çok düşündüm, bu iki ismi örgüt şemasında bir yere oturtamadım. Nurseli İdiz, halkı tiyatro vasıtası ile isyana teşvik ve ihtilale zemin hazırlamaktan suçlanmış olabilir; Seyhan Soylu'nun ise halkımızı neye teşvikle suçlandığını düşünmek bile istemiyorum.

Gerçekten acaip...